Röportaj için bir araya geldiğimizde takım elbisesi ve sırtındaki gitarıyla The Commitments filminden fırlamış gibi bir havası vardı Bülent Özkan’ın. Röportaja başlamak istiyorduk ama Fender’ini elinden bir türlü bırakamıyor, fonda çalan müziğin satır aralarına ‘feel’ler yerleştiriyordu. Müzik aklına girivermişti belli ki!
“Sadece Müzik Yaparken İş Düşünmüyorum.”
Gitara da sıra gelecek ama önce IHS! IHS Telekom’u bize biraz anlatır mısınız? (Gitarı koltuğun kenarına özenle yerleştirdikten sonra…) Ben on yıldır IHS Telekom’dayım. Sürece ilk önce Türkiye’nin en iyi hosting servis sağlayıcılarından biri olma gayesiyle başladık. Şu anda ilk üç içerisinde yer alıyoruz. Burada bağımsız bir kuruluş tarafından denetlenen bir sıralamadan bahsetmiyorum ama satış sayısı gibi verileri karşılaştırdığımızda ilk üç içerisinde yer aldığımızı görebiliyoruz. 2009’da ise entegrasyon projelerine başladık. Bunun sebebi bizim sahada verdiğimiz servislerin çoğunu kendi tarafımızda kullandığımızı görmüş olmamızdı. Çoğu servisi zaten kullanıp cloud tarafında müşterilerimize sağlıyorduk. Bu tecrübeyi de sahaya yansıtmak istedik ve entegrasyon tarafında da oldukça başarılı olduk. Türkiye’nin en iyi entegratörü olmak gibi bir amacımız daha var. Niş ürünler üzerinde çalışmak istiyoruz, bu en büyük isteklerimizden biri. Niş ürünler derken mobil cihaz yönetimi gibi konseptlerden bahsediyorum. Bu doğrultuda da devam ediyoruz.
‘Niş’ anlamdaki ilk işiniz neydi? İlk niş işimizi büyük bir bankaya yaptık. Bir fraud yönetim sistemi projesiydi. Bu da bizim için büyük şans oldu açıkçası. Daha sonra bu ürünü tamamlayan bir projeyle devam ettik. Şimdi de yine niş olabilecek, Türkiye sektöründe henüz dominant olmamış konularda farklı projeler üzerinde çalışıyoruz.
Şirketin bu kadar önemli işi bir arada götürmesi nasıl mümkün oluyor? ISP tarafında yüz bine yakın müşterimiz var, biz ise 35 kişilik bir şirketiz ki, entegrasyon tarafı da buna dahil. Bu kadar az kişiyle bu kadar işi yönetiyor olmak zaten başlı başına büyük bir başarı. Bunu sadece biz söylemiyoruz, etrafımızdaki insanlar da sıklıkla dile getiriyor. Bunun sebebi işe olan tutkumuz. Şirketimizin CEO’su da ben de teknik işlerden gelen insanlarız. Sadece satış tarafıyla ilgilenerek değil satış sonrası da en iyi desteği vermeye çalışarak, işimizi iyi yaptığımızı düşünüyoruz. Temel anlamda konsepti anlamış olmamız bu işin anahtarı diyebilirim.
“IHS TELEKOM HANGİ ÜRÜNÜ SATARSA SATSIN, EN İYİ DESTEĞİ VERİR.”
Kuruluşunuzdan bu yana geçen süreçte nasıl bir yol izlediniz? Başta belirlenmiş bir şey olmamasına rağmen rahat çalışmaya özen gösteren bir şirketiz. Rahat çalışmak derken, mesai saatlerinin olmaması gibi bir şeyden bahsetmiyorum elbette ama şirkete girdiğinizde gerilim hissetmezsiniz mesela. Sakin sakin işini yapan insanlarla karşılaşırsınız. Büyük kriz anlarında dahi etrafta bağıra çağıra dolaşan birini de göremezsiniz. IHS Telekom’da insanlar problemin çözümüne odaklanır. En çok dikkat ettiğimiz şey ilk olarak problemi çözmek; probleme neden olan kişiyi soruşturmak değil. Bunu özellikle belirtiyorum çünkü biz önce problemi ortadan kaldırıyoruz, daha sonra neden olduğunu araştırıyoruz. Çoğu firmada, bir problem yaşandığında herkes problemi kimin yarattığı ile ilgili kısır tartışmalara giriyor. Ama bu hiç anlamlı değil ve biz bundan özellikle kaçınıyoruz. Her zaman motto’muz şu oldu: ‘IHS Telekom hangi ürünü satarsa satsın en iyi desteği verir’. Bu kuruluşumuzdan beri böyle, değişmedi, değişmeyecek de.
”Mutlu Çalışan”ın şirkete ve hayata geçirilen projelere katkısı nedir?
(Bu soru esnasında kısa da olsa gitar çaldıktan sonra…)
Çalışanlarımızdan biri bana ‘Ben sahaya gittiğimde ne olursa olsun, IHS Telekom’un ve yöneticilerinin benim arkamda olduğunu hissediyorum. Teknik anlamda bir yanlış yapsam bile, beni suçlamak yerine gelip yanlışımı düzeltmek için uğraşacaklarını biliyorum. Bu sebeple çok rahat çalışıyorum’ demişti. Bu bizim bakışımızı çok iyi özetliyor bence. Çalışanlar üzerindeki gereksiz baskıyı kaldırdığınızda, kendi kendine motive olabilen, işin sorumluluğunu alan ve müdahalesiz projeleri tamamlayan insanlar haline geliyorlar. Dolayısı ile başarı sürekli hale gelmeye başlıyor. Tabii ki burada çalıştığımız arkadaşların profili çok önemli. IHS Telekom her zaman kendi motivasyonuna sahip insanlarla çalışmayı tercih ediyor. Geriye motive olmuş insanları demotive etmemek kalıyor.
Önümüzdeki dönem IT sektöründeki projeksiyonunuz nedir?
Böylesine stabil olmayan bir ortamda projeksiyon yapmak çok da kolay değil tabii. Bulut bilişim yatırımları konusunda Türkiye’de kurumların vizyonu dar. Bunun zamanla gelişeceğini ve değişeceğini düşünüyorum. Ama Türkiye hiçbir zaman teknoloji konusunda öncü bir ülke olmadı, bunu da belirtmek gerekir. Projeler her zaman önce Amerika’da, sonra Avrupa’da, daha sonrasında Türkiye’de hayata geçiriliyor. Dünyada sektörün öncü kurumlarının projeksiyonu 2016 senesi için ne ise 2018 yılında bu projeksiyonu görebilirsiniz.
-MÜZİK ARASI-
Pride and Joy – Stevie Ray Vaughan ( Dinle )
Sultans of Swing – Dire Straits ( Dinle )
Mary Had a Little Lamb – Stevie Ray Vaughan
Stop! – Joe Bonamassa ( Dinle )
“GİTAR ÇALMAYI KENDİ KENDİME ÖĞRENDİM.”
Gelelim büyük tutkunuz müziğe. Nedir müzikle ilişkiniz? Müzikle ilişkim çok enteresan bir şekilde başladı. Ben Zonguldak doğumluyum. Babam da maden mühendisi olduğu için TTK Lojmanları’nda oturuyorduk. Bahçe içinde kocaman bir evdi. Babam bir gün garajı temizlerken, daha sonradan öğrendiğimiz üzere yan komşunun oğlunun çalmaktan sıkılıp atmış olduğu, akustik bir gitar buldu. Gitar perişan bir haldeydi. Babam gitarı onardı, tellerini yeniledi, akordunu yaptı. O zamanlar orta birinci sınıftaydım. Kendi kendime birkaç çalma denemesi yaptım ama sonra sıkıldım çünkü bana öğretecek kimse yoktu. O dönemde abim kuzenimden birkaç akor basmayı öğrenmişti. Bana da öğretmesini istedim ama kesinlikle göstermedi. Hatta hiç unutmuyorum “Böyle şeyleri insana abileri değil arkadaşları gösterir” gibi bir laf etmişti bana. Ben de bir arkadaşından rica ederek defterime temel akorları yazdırdım ve kendi kendime çalışmaya başladım. Ama başlangıçtan sonra abimin müziğe devam etmemdeki katkısı büyük oldu. Dire Straits, Supertramp gibi grupları, Stevie Ray Vaughan gibi gitaristleri onun sayesinde tanıdım.
Şimdi ise bir grubunuz var ve sahne alıyorsunuz? Grup olayı çok yeni. Ben gitarı öğrendiğim zamandan sonra 17 yıl boyunca hiç sahneye çıkmadım, gitarı hep evde, kendi kendime çaldım. 32 yaşında evlenirken düğünümde çalmak için arkadaşlarımla bir grup kurduk. Müzik ortak nokta olunca o grup devam etti. Tabii müzisyenlerle çalışmıyoruz. Hepimiz amatör olarak müzikle ilgileniyoruz. Grubun solistinin kaptan, basçısının doktor olması nedeni ile o gruba ara verdik. Şimdi farklı bir cover grubu ile haftada bir gece İstanbul Beyoğlu’nda bir mekanda sahneye çıkıyorum. Genellikle Blues-Rock tarzında çalıyoruz. Aynı zamanda bir arkadaşımızın kendi şarkılarını düzenlediğimiz farklı bir grubumuz da var. Yine profesyonel bir şey düşünmüyoruz ancak Spotify‘da albüm formatında şarkılarımızı yayınlamak gibi bir niyetimiz var.
Sahneye çıkıp performans sergiliyor oluşunuzun hafta içi çalışmanıza yansıması nasıl? Ben biraz takıntılı bir adamım. Özellikle işle ilgili aklımda her zaman bir şeyler var. Ama hafta sonu sahneye çıktığım zaman boyunca müzikten başka hiçbir şey düşünmüyorum. Bu da bana çok iyi geliyor, hem çok eğlenceli hem de çok dinlendirici oluyor. İşime de çok olumlu yansıdığını söyleyebilirim. Kafamı tamamen boşaltabiliyorum.
“100 TANE GİTARIM OLSA DA DOYMAM.”
Müziğe daha fazla zaman ayırmak ister miydiniz? Müzik benim için büyük bir tutku. Gitar çalmayı da gerçekten çok seviyorum, 100 tane gitarım olsa doymam mesela. Ama bunu profesyonel anlamda yapmayı hiç düşünmedim. Bence üretmek zorunda olmadan üretmek çok daha eğlenceli. Günde ortalama bir saat gitar mutlaka çalarım ve yatmadan önce mutlaka oturup sadece müzik dinlerim. Bu yüzden müziğe yeteri kadar zaman ayırıyorum diyebilirim.
Teknolojinin müziğe bu kadar dahil olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Müziğin içine teknolojinin bu kadar girmesinden hiç hoşlanmıyorum. Müzik analog olmalı. Mesela transistörlü amfiler yerine lambalı amfileri kullanıyoruz. Elektronik davullar var son teknoloji ürünü ama kimse sahnede profesyonel olarak onu kullanmaz. Elektro gitar bile adında elektronik olsa da aslında analog bir enstrüman. Dolayısıyla müzik de tamamen analog yapılan bir şey. Bu klasik müzikte de, cazda da, blues’da da, Türk Halk Müziği’nde de böyle. Burada değişen şey teknolojinin ucuzlaması ve ucuz teknolojiyle daha hızlı daha yüksek performans gösteren cihazların yapılması. Söylemeye çalıştığım şey şu; birileri davul çalmadığı sürece bilgisayarda yazılan davul hiçbir anlam ifade etmiyor. Eğer teknoloji derken turntable gibi cihazlardan bahsediyorsanız, onlar zaten enstrüman değil.
Bir gün mutlaka’ dediğiniz neler var? Eğer olursa çok istediğim bir şey var. ‘Bir gün mutlaka’ kızımla sahnede beraber çalmak isterim.
Bu röportaj IHS Telekom Spam Dergi Q4 2015 Sayısında yayınlanmıştır. Spam Dergiyi dilerseniz online okuyabilirsiniz.